Türkiye Cumhuriyeti 21. Yüz yıla aşiret düzeni ile girmiş bulunmaktadır. Evet, bu yıl 86. yılı kutlanacak olan Türkiye Cumhuriyeti, bünyesinde, Irak, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan ve başkaca Orta Doğu ülkeleri gibi aşiretler barındırmaktadır. Oysa bu Cumhuriyeti kuranların, tüm dünyaya ve ulusa ilan ettikleri temel hedef çağdaşlaşmaktı. Bu nasıl bir çağı yakalamak ise, yeni devlet aşiretlerle birlikte kurulmuş, izleyen on yıllar boyunca, gelip geçen hükümetlerin hiç biri de aşiretleri sona erdirmeye yanaşmamışlardır. Türklerin çağdaşlaşmasının bu ilk ve en önemli maddesinin gerçekleşmemesinde, gelmiş geçmiş bütün iktidarların sorumluluğu açıktır. Bu, gaflet ve basiretsizlik bugün Türkiye’yi sıradan bir Orta Doğu ülkesi konumuna mahkûm etmiş bulunuyor. Bunun da ötesinde, ülkenin batısı ile doğusu, iki ayrı ülke manzarası sergilemektedir. Ülkenin batı bölgelerinde, bir bölümü bakımından çağdaş aydın tipini çoktan yakalamış vatandaşlar, çağdışı aşiret kültürüne katlanmaya mahkûm olmuş durumdadır. Ülke insanının, süper aydın tipinden, aşiret kullarına kadar değişen bir yelpaze sergilemesi, yalnızca insanlara katlanılmaz bir azap vermekle kalmamakta, demokrasiyi de uygulanamaz hale getirmektedir. Ülkede, alelade çok partili sistemin ötesinde, gerçek bir demokrasinin bulunmamasının bir nedeni de budur.
Şu kültürel yapıya dikkatinizi çekmek isterim. Aşiret kültürünün, düğün basarak, 44 kişilik bir katliamı gerçekleştirmesi sonrasında, Cumhuriyetin etkili ve yetkili kişilerinin verdikleri tepkiler arasında, -namaz kılarken öldürülenlerin şehit oldukları- ile ilgili muhteşem tespit bulunmaktadır. Oysa bizce hunharca katledilen bu kişiler, ne şehit, ne de gazi olup, Cumhuriyetin büyük ihmalinin kurbanı olan Niyazilerdir yalnızca. Çağdışı kalma kararlılığı, cinnet boyotuna varmış bulunmaktadır Türkiye’de. Bu katliamın ve benzerlerinin asıl sorumluları da, üç beş oy uğruna, milli ve manevi değerlerimiz teranesini işlemekte ısrar eden politikacılardır. Hiç boşuna suçlu arama numarası yapılmamalıdır, suçlu bellidir. Her lafın başında, milli ve manevi değerlerimizi öne sürenler, bunların bir tekinin bile ne olduğunu söylememektedirler. İşte bunlar, aşiret, kan davası, husumet, berdel, kız kaçırma, başlık parası, kızın amcaoğlunun evlenme hakkı ve benzerleridir. Bunların hiçbirinin modern çağ ile uzaktan yakından ilişkisi olmayıp, hepsi eski çağlara, eski sömürü düzenlerine ait mendeburluklardır.
Türkiye batmaktadır hanımlar, beyler. Üstelik de bu batmanın Ergenekon la falan da ilgisi yoktur. Bir millet, okyanusta gemi gibi batmaz; ancak böyle batar. Osmanlı, bir mucize gerçekleştirmiştir. Doğrudur, beş yüz yıl boyunca, evrim dışı kalabilmek, çağları izlemeden, yalnızca kendi sistemini koruma tutuculuğu ile devam edebilmek bir mucizedir. Ancak, evrimsel değişim ve dönüşümlerin izlenmesinin bile giderek güçleştiği günümüz dinamizmi içinde, Osmanlı kafası ile devam edebilmek imkânsız görünmektedir. Lanet olası gelenek ve törelerle Türkiye, yalnızca ele güne rezil olmakla kalmamakta, karanlık bir kuyuya, menfur bir çöküşe doğru hızla ilerlemektedir. Türklük gemisi hiçbir surette ilerlememekte, birinin adı gelenek, öbürünün ise töre olan iki çapayı denize salmış bir saloz gibi, olduğu yerde çürümektedir. İşin esası, gelenekleri ve töreleri ile birlikte, çağdaşlığı yakalamış her hangi bir örnek ülke de yoktur. Gelenekler ve töreler, eski egemen grupların, lanet olası çıkarlarının korunmasından başka bir anlam da taşımazlar. Hiçbir ulvi ve kutsi anlamları da yoktur. Geleneklerimiz ve törelerimiz sayesinde, ülkemiz insanlarının bir bölümü, ya katildirler, ya da tehlikeli katil adayıdırlar. Gene aynı gelenek ve töreler nedeniyledir ki, dünya kadar yetişkin gencimiz, ana babalarının ya da aşiret reisleri ile feodal ağaların esiri durumundadırlar.
Bütün bu tablodan kurtulmak için Avrupa Birliğinden medet beklemenin ne kadar yanlış olduğu da apaçık görülmüştür. Avrupa Birliğinin derdi, Türkler olmayıp, Rumlar, Ermeniler ve Kürtlerdir. Bu güne kadar AB yetkililerinin hiç birinden, Türkiye’nin aşiret düzenine son verilmesi konusunda tek kelime edene rastlanmış değildir. Özellikle, güney doğunun feodal yapısının, bir toprak reformu ile imha edilmesi konusunda hiçbir talep bulunmamaktadır. Bu tepkisizlik, Türklerin gerçek kurtuluş ve çağdaşlaşmasının değil, tam tersine batıp gitmesinin hedeflendiğinin bir göstergesidir. Tıpkı Sevr’de denendiği gibi…
Paradan başka hiçbir derdi olmayan medyanın büyük bölümünün, aşiret kültürünü yayma ve sevdirme gayreti dikkate alındığında, ülkede daha çok katliam seyredeceğimiz kesin olup, bunlar karşısında gerek siyasal çevrelerin, gerekse bir kısım aydınların, şaşırmış ve üzülmüş numarası yapmaları da artık iyice çekilmez hale gelmiş bulunmaktadır. Dövünmemiz gereken asıl acı gerçek, ülkenin sosyokültürel yapısı olup, bu konuda da herhangi bir kurtuluş ışığı ne yazık ki yoktur.
Düğün Katliamı
Bundan bir süre önce Güney Doğu'da yaşanan feci bir toplu cinayetin akla getirdiği, ülkenin sosyokültürel sorunları hakkındaki düşüncelerimi kısaca dile getirdim.