Yazın sıcağı bunaltıcıydı. Güneş sanki binlerce yıllık nefretini bu yaza saklamış gibi, insanlığı daha da kavuruyor ve saklanılacak gölgeler aramaya itiyordu. Ben ise annesinden yeni azar işitmiş bir çocuk edasıyla, verandamda sessiz sakin dünyanın dönüşünü önemsemeyen, geri kafalı bir taşralı gibi bakıyordum. Sadece bakıyor ve tek kelime etmeden saatlerce toz toprak içindeki yola umutlarımı yatırıyorudum.. Verandanın yeniden boyanma zamanı geçeli çok olmuştu. Biliyorum, her seferinde bana azarla dönecek bu geçiştirmeler yüzünden bu yaz da çok başım ağrıyacaktı. Ama yazın bu sıcağında boya gibi tiksinç bir işle uğraşmak olsa olsa işsizlerin ya da sarhoşların uğraşı olabilirdi.
Hava sıcak. Arada bir esen rüzgar bile tenimi haşlamakta. Toz kokusu içinde kıpırdamadan durmak bile büyük bir marifet sayılmalıyken bana eklenen miskin sıfatına anlam veremiyorum. Ağzımdan çıkan bazı anlamsız kelimeleri hiçe sayarsak, sanırım bütün gün burada tek kelime etmeden oturduğum gerçeğini arada bir başıma kakmak istiyorlar. Tek katlı ve büyük bir aileye denk tutulamayacak kadar ufak bir evde bir hayatı paylaşmakta olduğum kadınımı beklemekteyim oysa. Daha önemli bir işi kim katabilir ki hayatıma. Yol tozlu ve güneş tepede. Yolun kenarında üzerinde sadece yıtık bir atlet olan ve burnunda kurumuş sümüğüyle 4 yaşına daha basmamış oğlum durmakta. Altı çıplak ve ayakları toprakla kaynaşmakta. Öyle güzel bir melek ki. Tulumbanın sürekli hazır suyu beyimizin sıcaklık düşürmek için kurduğu oyunlardan birine ev sahipliği yapmakta. Şelalecilik. Ve kendisi cılız bir tarzan nidasıyla ceynini kurtarıp şelalenin altında o karizmatik 5 tel saçını ıslatmakta.
Su, tulumbasının altındaki göletten yavaş yavaş yolun o sanki hiç ıslanmamış gibi gözüken ve yılların kuraklığını simgeleyen kahverengiliğini koyulaştırmakta. Su ve toz ve suyun ve tozun da ötesi. Güneş altında canlı cansız ne varsa kavrulmakta. Hayatım bir toz bulutu tarafından çepeçevre sarılı.
Toz bulutunun ötesinde ise, yola vuran binlerce derecelik ısının buharı ve ne derece sert bir coğrafyada bulunduğumuz gerçeğini bir anda unutmama yol açan o manzara.
Kadın.. Kadınım.. Elinde sepeti ve ardında henüz dokuzuna yeni girmiş kızımla bana doğru o sonsuz ve mutlulukla eş anlamlı yoldan içime akmakta. Kadın.. Yılların benden uzaklaşmasının tam aksine ağır ağır, kıvrak kalçası ve dolgun göğüsleriyle ve hayatıma huzur katan o gözleriyle bana doğru gelmekte. Toz dumanı. Ve sis ve sıcak. Bir anda aralanıp dünyevi hisler etrafımdan, bir ilahi kıvamında kadınım bana yaklaşmakta. Çocuğumun neşe dolu çığlığı ve annesine kavuşmanın verdiği huzuru tüm evrene yayma çabası. Kadın kendinden emin. İlk adımını verandaya atarken biraz sinirli. Belli ki verandayı boyamaya başlamamamdan o da şikayetçi.
Nasıl bir bakış varsa o an gözlerimde. Gördü.. Binlercesinin içinde içime bakabilen.. Ne varsa içimde fırtınalar, buhranlar ya da türlü mutluluklar.. Gördü.. Ve bir gülümseme. Her din kitabında mutlaka barınan o kadim gülümseme. Hayatım, bir kadının yumurtalıklarından kasıklarına ve ordan ilk ışığa kavuşmasıyla yeniden doğmakta.. Kadın.. Kadınım.. Ve gayriihtiyari dengesizlikler sergileyen yavrularım. Tek derdimiz verandanın boyası. Ve elbet bu güneş de susuz kalan domateslerin feryadı. Ama işte o kadın.. Kadınım.. Tozlu ve sert bir coğrafyayı cennete çeviren işveli ve kıvrak kalçalı kadınım.. Cennetim, tanrıyı kıskandırabilecek cinsten. Benim cennetim. Ve verandamda bir tanrıça, her sabah beni yeniden bana doğurmakta. Bir cennetten bir başka cennete. Bin yıllık rüya.. Uyanma !.. Bu sefer ne olur uyanma. Çok derin. Sandığın o sanrıların hepsinden de derin. Ne olur uyandırma.
Domates
Bir cehennem hüküm sürerken çevremizdeki çoğrafyada, beklenen tek çığlık, kırmızısı kaçmış gözüken ve belki de asla dilimize değmeyen acılardan ve acıklı hikayelerden usanmış domateslerden.. Bir cennet rüyası ve sadece cehennemi yaşayabilenlerin taptığı, sen, ben ve hayallerimden gelen..