Doğum Günü

Unutmaz insan, unutmaz asla, sadece alışır yokluğa ve ne kadar zaman geçerse geçsin alışmış olsa bile yokluk duygusuna, unutmayı istediği her neyse o, oradadır, sadece üşümüştür, soluktur rengi. Unutamamak, insanın en büyük yeteneksizliğidir.

yazı resim

"Ben nefret etmem doğum günlerinden. Geçenlerde doğum günümdü benim ve hayatımın en güzel günlerinden biri olmaya aday bir gün geçirdim. Sevdiğim insanların benim için bir şeyler yaptığını görmem ve bana değerli olduğumu hissettirmeleri çok keyif vericiydi. Daha çok sevmeye başladım, daha çok sarılmaya başladım artık sevdiklerime.

Ama doğum günlerinden nefret eden bir insan tanıyorum. Öyküsünü dinledim geçen gün, beraber çalışıyoruz onunla. Yeni başlamıştı benle çalışmaya ve ilk gün yanına annesi ziyaretine gelmişti ablasıyla beraber. O gün de annesinin doğum günüymüş şansıma. Hatırlamadı arkadaşım annesinin üstünde durmasına rağmen bunu. Annesi giderken biraz trip attı bu yüzden, arkadaşım hatırladı ama iş işten geçtikten sonraydı bu. Aradı bir çiçek söyledi annesi gittikten sonra."

Yaş 24 oluyor, şaka gibi. Oysa henüz ilkokula gittiğim ve siyah önlüğün zorunlu olduğu seneleri, öğretmenimden işittiğim azarları, sokakta yaptığımız mahalle maçlarını, kavgalarımızı, arkadaşlarımla gittiğimiz ada gezilerini ve bir sürü kırık dökük çerçeve içerisinde bana bakan kız arkadaşlarımın gözlerimin içine bakışlarını dün gibi hatırlıyorum hala capcanlı, taptaze.. He çabuk geçiyor zaman. Şaşıyorsun dönüp bakınca geriye. Sabah uyandığında akşamı etmeye üşenirken, 24 koca senenin tükendiğini gördüğünde ürküyorsun bi an. Hayat çok acımasız bu konuda.

24 sene, 365 günden oluşan 24 adet yıl. Bir varmış bir yokmuştu işte. Hayat bir su misali, bir bir ileri ama hiç geri gittiğini gören yok.

Ve 4 sene olmuş hayatıma giren melek suretlinin beni kanatları altına almasının üstünden. Artık beni benden çok tanıyan, beni benden çok bilen bir başka insan var diyebiliyorsam eğer ve onun yanındayken bambaşka bir kişi oluyorsam bunun tek sebebi işte bu melek suretlidir. O kadar bana karışmış ve bir suretim olmuş ki artık onunla aynı geleceğe yürümekten korkmadığımı farketmişim ben. Geleceğimizi birbirimizi bağlamak için ise ilk sözü benim doğum günümde vermeye karar vermiştik. İşte o gün geldi, bugün her şey bambaşka olacak artık hayatım için, bunun farkındayım. İçimde birşeyler büyüyor, o büyüyen şeyler tam olarak ne bilmiyorum ama heyecanın arkasına saklanmış birşeyler onlar. Hissediyorum, beni mutlulukla telaşlılık arasında bırakıyor. Garip bir duygu bu.

Zaman çok yavaş ilerliyor gibi geliyor ama her zamanki gibi sinir bozucu monotonluğuyla sadık bir şekilde hızlı akıyor. Tutulmuyor elde, kayıp gidiyor.

...

Saat 02;47, duvarda asılı saat bunu gösteriyor.

Gözlerimi acilde açıyorum. Üstümde duran lambanın ışığı kanlanmış gözümü alıyor, aynı anda alnımda sıcak kanın akışının sesini duyumsuyorum. Bir hemşire beliriyor lambayla aramızda. Birden koyu renge bürünüyorum, ışığım kesiliyor. Başımdaki yaraya pansuman yapıyor. Cam kırıkları ayıklıyor sanki. Annemin aldığı hediyeyi üzerime giymeseydim keşke hemen diye düşünüyorum. Aynı hemşire makasla kesiyor şimdi onu. 'yapma hediye o' diyemiyorum, hiç gücüm yok. Bacağımda şiddetli bir sancı var, boynumdaki boyunluk ise zaten kısıtlı olan hareket alanımı daraltmış iyice. Gözlerim kapanmak istiyor, direniyorum ama ne kadar karşı koyabilirim bilmiyorum. Kolumda ilk seferde damarı tutturan hemşireyi tebrik etmek istiyorum ama çenemi kıpırdatacak güç yok. Nefret ederim kolları delik deşik eden hemşirelerden. Meleğin aldığı saat kolumda, camı çatlamış. Gözlerim bu kez doluyor. Tutamıyorum.

Çok fazla hareket var bulunduğum ortamda, duymuyorum pek ama, görüyorum halen.

Bir sedyede kanatları kırılmış bir melek gidiyor. Çok iyi tanıyorum bu meleği. Sedyeden sarkan elinde tırnakları kırılmış. Ojesi parmaklarında ki renkle aynı, kankızılı.

Çok hızlı sürmüyordum aslında, alkol almıştım ama sarhoş değildim kesinlikle. Sürat bazı insanları çok çabuk esir alabiliyor işte. Tutkudan başka bir şey bu, hastalık tam tanımı. Bizi geçmeye çalışan bir aracın direksiyonunu aniden önümüze kıracağını farkettim ama onların eğlencesi bizim cehennemimiz olmuştu işte. Kaç takla attık hatırlamıyorum. Sadece çığlıkları duyuyorum, hala duyuyorum. Kulaklarımı yırtıyorlar. Bir melek, ciğerlerini yırtıyor sanki.

Cam kırıkları, metal sıyrıkları, asfalt sıcaklığı, takılı kalan korna.

Kan kokusu.

...

Cenaze törenine götürmediler beni, bacağımdaki ve kaburgamdaki kırık, kafatasımdaki çatlak engel değildi bence buna. İstemediler.

...

Elbet bir gün o mezara gidip kazıyacağım tırnaklarımla mezarı. Ve meleğimi tekrardan kanatları kırılmış da olsa saracağım.

Tam 5 sene geçti üzerinden ve doğum günlerinden nefret ediyorum artık. Bugün annemin doğum günüymüş, az önce yüzüme vurdu unutmuşluğumu, 'sebebim var anne biliyorsun' dedim, boynu bükük ayrıldı yeni iş yerimdeki ilk günümde bana sürpriz ziyaretinden. Dayanamadım, gönlü olsun, sevinsin diye aradım bir çiçek söyledim. Ne kadar tesirli olduğu muamma.

Bacağım iyileşti, kaburgalarım da öyle. Başım bazen ağrıyor darbeden ötürü ama olsun, o da geçti sayılır. Ama bazı kırıklar hiç iyileşmiyor. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, parçaları birleştiremiyorsun.

Başa Dön