DEVRİM HİÇ İÇİMİZE UĞRAMADI
“Her seçim bir kaybediştir. Bir şeyi seçer başka bir şeyi kaybedersiniz...” Seçmek... Adına yaşam dediğimiz bu yanılsamanın insanlara verdiği en büyük ödülü, farkında olamasak da...
Her gün aynı ve ayrı zamanlara uyanan sabahlarımız, her gün aynı ve ayrı sabahlara uyuyan gecelerimiz var. İçimizde onulması imkansız gedikler, boşluklarla durmadan dalıyoruz pırıltısını hiç hissedemediğimiz (hissetmek istemediğimiz) zamanlara...
Kaçımız farkındayız yaşadığımızın ve seçtiklerimizle, seçtiğimiz kadarıyla var olduğumuzun...Nicedir hayat bir koşuşturma olmuş insanoğluna... Nicedir dayatılanı yaşar olmuşuz... Nicedir adımız insan olmanın ötesine geçmişte ayrılır olmuşuz bir kaç sıfat tamlamasıyla... Ve yine, ve yine nicedir aynalar daha bir uzak gelir olmuş tanıdık simalara... Yalnızlıklar, insansızlıklar almış, sarıp-sarmalamış yabancısı olmuşuz takındığımız adların bile... Gidecek bir yer, sığınacak bir “sıla” kalmamış...
Ezbere davranışlar, sıkı kalıplar içinde savrulup durmuşuz... Savrulduğumuz yerler meçhul... Boğulmuşuz... Savunduğumuz ne varsa dilimize tutsak kalmışta akamamış içimize, en derinimize... Özgürlük demiş dilimiz, ne varsa ona dair okuyup bellemişiz... Tıpkı devrim gibi... dünya tarihleri ansiklopedileri okumuş, ne kadar lider varsa tanımış, eleştirmişiz... eğri büğrü yaşamlarımıza bakmadan ama... ezbere yaşamışız işte gün gibi ortada...
Kendimize yapay kültürler katmayı seçmişiz de, seçememişiz bizi tamamlayanı... içimizdeki hangi “ben”e dönersek dönelim bütünleyememişiz hiç birini...
Ne çok tarih yazdık halbuki, ne çok yıkım gördük, kaç lale devri geçti yaşamlarımızdan... hep tutunacak bir ad aradık. Bazen “solcu” oldu adımız bazen “sağcı”... bazen “doktor Ayşe Hanım” olduk, bazen “öğretmen Mehmet Bey”... yaşamımızda eksik olan ne varsa böyle tamamlarız sandık, hep tutunacak bir ad bulduk kendimize... bütün adları topladık da bir “insan” adını bulamadık lügatlarda... meydanlara çıkıp “yaşasın” diye bağırırken peşine takacak bir sürü ad bulmuşuz da yaşatamamışız... “yaşasın özgürlük” demişiz dönüp evimize kadınımızı esir bilmişiz... seçmeyi bilmişiz de alamamışız bu sorumluluğu... eğreti durmuş her ad yamacımızda... eğreti zamanlar doğmuş alacakaranlıkta... Oysa güneş doğurmak için çıkılmadı mı yola?
Ne çok yabancıyız şimdi, ne çok ayazda kaldı yürekler... sonuç belli yalnızlık-kimsesizlik...
Yaşanan ne varsa değiştirmek, daha iyiye sürmek isterken hep aynı kalmış içimizin çorağı... Kuruduk... Devrim hiç uğramadı içimize (ki istemedik hiç, meşguldük dünyayı değiştirecektik.) oysa anlamalıydık ışık bizdeydi, güneş bizdeydi...
Şimdilerde inanmıyorum “yaşasın”lara... yaşamıyor hiçbir şey... ölüm sonsuzluğu sarıyor düşleri...
Doğru yok... Yanlış yok... Sonuç yok... yüzyıllar boyunca süslü kalemler beyaz sayfaları doldurdu... Yüzyıllar boyunca biz okuduk, düşündük ama hep unuttuk...
Belki de hiçbir adı seçmemeyi seçmeli insanoğlu... Belki de yeni doğan çocuklara anne demeyi öğretmeden “insan” demeyi öğretmeli... Belki de özgürlük burada saklanıyordur yüzyıllardır. Hani şu adını bilip de hiç tanımadığımız, hiç bulamadığımız özgürlük...
Devrim İçimize Uğramadı Hiç...
Eğreti durmuş her ad yamacımızda... Ne çok yabancıyız şimdi, ne çok ayazda kaldı yürekler...