Çikolata - 14

Brillant pour voir l'arc en ciel, vous devez vivre sous la pluie avant.

yazı resimYZ

Akşam Defne'yle güzel bir yemek yemeye karar veriyoruz ve dışarı çıkıyoruz. Şık bir mekana giriyoruz ve boydan boya cam kaplı duvarın kenarındaki masaya oturuyoruz. Garson yanımıza gelip ne istediğimizi soruyor ve ben tam cevap verecekken Defne elini kaldırıyor. " İzin ver bugün siparişi ben vereyim.". Kafamla onaylıyorum. Defne garsona dönüp siparişleri veriyor. Başlangıç için Krudite, ardından Potage, Saignant (az pişmiş) et, harika bir peynir tabağı ve kırmızı şarap ile gecemize devam ediyoruz. Yemeğin ortalarına doğru Defne sessizliğini bozuyor ve konuşmaya başlıyor."Ne yapmayı düşünüyorsun?". Başımı tabağımdan kaldırmadan cevap veriyorum, "Ne konuda tatlım?". Derin bir nefes alıp arkasına yaslanıyor ve ellerini göğsünde kavuşturuyor, "Paris, sen, hedeflerin, yapmak istediklerin?". Başımı tabağımdan kaldırıyorum, tabağımın yanındaki borda işlemeli bez peçete ile dudaklarımın kenarlarını siliyorum, elimle kadehi kavrıyorum ve şarabımı yudumladıktan sonra konuşmaya başlıyorum; "Fotoğrafçılık kursuna başlamayı düşünüyorum. Ayrıca bir kaç yazı yazıp dergiye göndereceğim ki böylece işimden de bağlarımı koparmamış olacağım. Başka ülkelere gidebilirim ama bir süreliğine buradayım, Paris'te.". Defne'de şarabından bir yudum alıyor ve gülümseyip "Pekala, bunlar güzel fikirler. Peki ya para?". İşte bende bunu sormasını bekliyordum. "New Jersey'deki evimi satacağım, ve Antalyadaki yazlığı. Emlakçılar ile konuştum iyi miktarda para alacağım." Birden hafif bir kahkaha atıyor ve sonra duruyor "Şaka yaptığını düşünmüştüm." Gözlerimi kısıp bakıyorum "Niye Defne?" Tabaktan bir peynir alıyor ve durup "Kaan'dan para almayacak mısın?" Şimdide ben kahkaha atıyorum ve "Tabi ki hayır, ondan hiç bir şey almayacağım." diyorum. "Pekala, karışmıyorum, hiç bir şey demiyorum ama iyi düşünmelisin."

. . .

Ertesi sabah kalkar kalkmaz yola çıkıyoruz. Defne'nin şehrin dışında oturan bir akrabası var. Kadın oldukça yaşlıymış ve yakın zamanda öleceğini düşünüyor. Bu yüzden onu ziyarete gidiyoruz. Defne bir araba kiralamış, eski kırmızı ve üstü açılabilen bir araba. Müziğimizi açıp yolda bir kaç saat ilerliyoruz. Ardından küçük bir tepenin üstünde duran evi görüyorum. Defne de evi işaret ederek "Amelie ninenin evi burası işte!" diyor. Arabayı az ileride park edip eve doğru yürüyoruz. Henüz zile basmadan kapıyı açıyor, neredeyse hiç diş kalmamış ağzını kocaman açarak gülümsüyor ve ekliyor "J'ai été en attente pour vous, bienvenue." (Bende sizi bekliyordum, hoşgeldiniz.)
İçeri geçip oturuyoruz, kadına cevap verecek kadar Fransızca'ya sahip olmadığım için bir süre susuyorum ve ardından bana dönüp "sen yeterince öğrenememişsin sanırım hayatım" diyor. Türkçe bildiğini görünce hemen gülüyorum ve "maalesef, henüz çok iyi değilim." diyorum.
Bir saat kadar daha oturup Amelie'nin fotoğraflarına bakarak zaman geçiriyoruz, bize eski günlerini ve gençliğini anlatıyor. Defne içeriye ıhlamur kaynatmaya gittiğinde yanıma gelip elini dizime koyuyor ve "sen bir sürü şey atlatmışsın ve bunların olumsuz getirilerinden kaçmak için Paris'e saklanmışsın..." diyor. Şaşırıyorum, "Evet, öyle." diyorum. Bana gülümseyip devam ediyor "Sakın kaçma, saklanma. Yüreğinden gelenin anlamını bul ve o anlam için mücadele et, hayatım. Sadece yapmak istediğin ve yapmaya değer olan şeyleri yap. Geçmişine fazla bakarsan, gelecek yolunda kaybolursun." Gülümseyerek başımla onaylıyorum.
Defne içeriden geliyor ve yavaşça kalkıyoruz, bizi kapının önüne kadar geçiriyor. Defne elini öpüyor ve ardından ben. Defne çıktıktan sonra dönüp "Teşekkür ederim Amelie." diyorum. Gülümsüyor ve kulağıma yaklaşıp fısıldıyor, "Brillant pour voir l'arc en ciel, vous devez vivre sous la pluie avant..." Gözlerimde yaşlar birikiyor çünkü bu sözün anlamını biliyorum; Parlak gökkuşağı görmek için önce yağmuru yaşamak gerekir...

Başa Dön