Kanatlı doru bir kısrak doğurdu güneş,
Tek boynuzlu bir tay vardı peşinde
Geceyi kıskandıran rengiyle
Bir de Zümrüd-ü Anka...
Hafiftiler tüyden bile,
Zaptedilmez ve de yabandılar.
Kızıl ve sonsuz gökyüzünün altında,
Seher okşarken yelelerini,
Rüzgârla yarıştılar.
Ayakları yere değmeden daha
Kattılar tozu dumana.
Yağmur damlası gibi,
Çiğ tanesi gibi saftılar.
Yaklaştılar yaklaştılar...
Sönerken birer birer yıldızlar
İndiler yere, yorgundular.
İlk ışıkları dökülürken günün,
Bir pınarın yanında durdular.
İçtiler kana kana o billur sudan.
Söğüdün kuytusunda geceleyen yılkı,
Uyandı yüz yıllık uykusundan.
Düş müydü, gerçek miydi,
Pınardan su içenler,
Ne kadar da insandılar.
Kanatlı doru kısrak, Zümrüd-ü Anka,
Bir de tay, tek boynuzlu
Ufukta kayboldular.
Büyülenmiş gibiydi,
Kalbini tutuşturup yakan da neydi?
Allah'ım! Ne kadar da candılar.
Simurg'u arayan kuşlar misali
Düştü peşlerine yılkı,
Kanayana kadar toynakları
Günlerce koştu dört nala.
Ey aşk derdine müptela,
Kanatlı bir hayalle tutuşan, yanan yılkı,
Bozkırların kuşlardan özgür ruhu
Aşka varanları hep kanatlı sanma,
Vuslata erenlerin hayalleri kanatlı.
Onlar ne bir düş, ne hayal, ne de yalandılar,
Ne yoldular, ne yolcu, ne de kervandılar,
Uzaklarda arama aşka müptela göçmen
Onlar yanı başında, can içre canandılar. ]