Yüreğimi öğütürken yeniden yapmayı başarmak çok zor geliyor. Sırtımdaki pamuğun tonluk ağırlığı belleğimi ezip geçiyor. Kendime ağırım, canıma, özüme. Özümden ölesiye uzağım. “Uzaklaş ki geri dönebilesin!”
Hiç geri dönemeyecekmiş gibiyim. Tüm bağlarımı kopardım. Öyle ki tek bir bağa dahi tahammülüm yok. Yüreğime ne yaptım! Nasıl yaptım! Bilmiyorum. Yabancıyım işte; hem de hiç tahmin edilemeyecek bir uçurumlukta.
Sözlerim tıslayarak boğmaya hazır bir dolulukta. Sözlerimi kendime akıtıyorum, boğuluyorum. Yutkunamıyorum. Önce boğup sonra mı zehrimi akıtsam, yoksa zehrimi akıtıp sonra mı boğsam? Ne fark eder? İkisinin de ucunda ölüm. İki ucu ölümlü seçenek.
Gördün mü bak, geri dönmeye hiç niyetim yok. Geri dönersem öldüreceğim. Ölmek daha iyi. Bırak, uzaklaştığım yerde kalayım. Kendi başıma öleyim. O kadar hasretim yalnızlığıma. Varsın kurtaracak tek bir kişi dahi olmasın. Ölümden şikâyet eden kim, şikâyetim kendimden.