Bir Küçük Serencam

Güzel ve zarif olduğuna çoktan karar vermiş olmamla ayak bileklerini merak etmiyorum bile… Yüz hatları ne kadar düzgün, ağzı burnu ne muntazam. Çekiciliğine rağmen yanına kimsenin yaklaşamadığına bahse girerim. Çünkü güzel gözlerin elasından bile kızgınlık, hırs, inatçılık eksik olmamış hiç.

yazı resimYZ

El bilekleri duruştan, bakıştan daha çok ele verir kişiyi. Tanımak istediklerimin en çok el bileklerine dikkat ederim. Bazen de ellerinin duruşuna. Ellerini sevmediğim kişilerin kendilerini de sevemiyorum.
Kızın bilekleri çok ince, bembeyaz. İnce bilekler zarafeti yansıttığı kadar hırs ve nefretinde aynasıdır. İnce bilekler güzellik ve hırs arasındaki ayrımı fark etmeme de olanak sağlıyor çoğu zaman. Bu kız çok güzel, çok narin. Ama bunu bileklerinden değil, yüzünden, bakışlarından anlıyorum. Belli ki güzelliğiyle ön plana çıkmayı tercih etmiyor. Zaten siz kendinizi nasıl gösterirseniz insanlara, nasıl sunarsanız onlar da sizi öyle tanıyor. Gözleri kopkoyu çayında bu kadar ısrarcı ne arıyor kim bilir. Benimse yine bileklerine kayıyor gözlerim, yeşil-mavi damarları belli belirsiz, biraz da inatçı olmalı. Belki de güçlüdür. Güç, kızlara çok yakışır; ancak bu kıza bir iki beden büyük geldiği, üzerinde emanet bir elbise taşıyormuş gibi durduğu kesin. Eğreti bir güç, belki de gereksiz bir gövde gösterisi. Yırtıp atsa o elbiseyi, güçlü olmayıverse mesela. Haykırarak ağlasa, o gücü o kadar eğreti ve gereksizce takınmasına sebep olacak ne varsa hepsini kussa… Kendisinden beklenmeyen bir şeyler yapsa, günlerce uyusa örneğin, depresyona girse… Eğer yapabiliyorsa deliler gibi yazsa sayfalarca, ölürcesine. Yeniden doğmak için ölürcesine… İzin verse vücudunun doğal tepkiler vermesine, belki o zaman kadına yakışan güce tüm heybetiyle, tüm güzelliğiyle çekiciliğiyle ve de gerçekçiliğiyle tanık olacağız. Eminim olacağız. Hem o zaman mutlu da olur belki. Doğallığın, samimiyetin verdiği, sadece kendi olarak gülümsediğinde, o minicik gülümsemesinde gözlerinde yanıp sönen yıldızların farkına varacağız.
Ayak bilekleri de ince midir?
Güzel ve zarif olduğuna çoktan karar vermiş olmamla ayak bileklerini merak etmiyorum bile… Yüz hatları ne kadar düzgün, ağzı burnu ne muntazam. Çekiciliğine rağmen yanına kimsenin yaklaşamadığına bahse girerim. Çünkü güzel gözlerin elasından bile kızgınlık, hırs, inatçılık eksik olmamış hiç. Öyle kaynaşmış ki vücudunun her hücresine bu negatif enerjisi, hissedeni kaçırıyor. Ama ben kaçmam, hiç kaçmam. Her şeyden kaçabilirim, ama zor olanlardan kaçmam, boyumun ölçüsünü almak mı yoksa zor olanın gizemi mi çeker beni bilmiyorum. Yıpratır, üzer belki, sıkar, herkes eğlenirken beni düşünceler oyalar, ihtimalleri sayarım, senaryolar yazarım, oyunlar oynarım.
Bakışlarımı da kaçırmıyorum kızdan; o ise hala demli çayının en kuytu köşesinde. En karanlığında, dibinde... Soğumuş olduğunu tahmin ettiğim çayından bir yudum alıyor, sadece yapması gerekeni yapmış olmak için. Ve sonra başka bir sığınağa yöneliyor, daha büyük bir korunak. Daha geniş, başka bir dünya, bambaşka bir serüven belki de. Çevirdiği sayfaları görür görmez, bir şiir geçiyor içimden:
“Seviyorum suskunluğunu, sanki sen
yokmuşçasına burada
duyarsın beni uzaktan, dokunmaz sana sesim.
Uçup gitmiş gibi gözlerin
ve ağzın bir öpüşle mühürlenmiş.

Seviyorum suskunluğunu, çok uzakta
görünüyorsun
Sanki yas tutuyorsun, kumrular gibi cilveleşen
kelebek benzeri.
Uzaklardan duyuyorsun beni, ulaşmıyor sana sesim.
Bırak da varayım dinginliğine sessizliğinde.
Ve konuşayım sessizliğinle
bir lamba gibi parlak, bir yüzük gibi yalın.
Gece gibisin, suskunluğun ve takım yıldızlarınla
Yıldızlarınki gibidir sessizliğin, öyle uzak, önyargısız.

Seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada
uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi.
İşte o zaman bir sözcük yeter
Uçarım, uçarım sevinciyle yaşadığının.”*
*Pablo Neruda, Seviyorum Suskunluğunu

Başa Dön