Bir kedinin, kuyruğunu yakalama çabasıydı aşk dediğimiz..
Aslında bizim bir parçamız, her an bedenimizde taşıdığımızdı ama nedense oyun oynamak istediğimizde hep kovalayıp yakalayamadığımızdı aşk..
Bir kedinin kuyruğunun peşinden koştuğu gibi kovaladığımızda bizden hep kaçıyor, ne zaman yorulup ardını bıraksak bu kez o hep peşimizden geliyordu..
Gençliği kalabalıklar içinde geçmiş birinin koyu gri perdeler ve tozlu camlar ardındaki tek kişilik ihtiyar yalnızlığıydı aşk..
Bir zamanlar içinde en şehvetli anların yaşandığı pembe boyalı bir odayken, günün birinde gözden çıkartılmış eski eşyaların tozlanmaya terk edildiği bir arka odaydı aşk..
Gençliğinde ayak basmadık yer bırakmayan, ihtiyarlığında ise kimsesizlik koltuğuna gömülüp ayakları üstüne basamayan bir felçli misali yarı ölü insan bedeniydi aşk..
Aşk vardı ve biz varlığını görmediğimiz her şeyi kolayca reddediyor ama hayatın her yerinde sürekli onu aramaya devam ediyorduk..
Hayat olmayanı aramaktı biraz da..
Sırf bu yüzden hep aşkı ve Allah'ı arıyor ve bulamadığımız da uçurumlara düşüyorduk..
Bir kedinin kuyruğunu yakalayamayacağı gibi yakalayamayacağımızın ardında ömrümüzün sonuna kadar koşturmamızın adıydı aşk..