Gece evden çıktım. Fahişelerin ve travestilerin bolca gezindikleri mahalleye gittim. Kimi aradığımı bilmeden ara sokaklarda gezindim. Birkaç pazarlığı yakından izledim. Topuklu ayakkabılarını arabaya sığdırmak için dizlerini nasıl karınlarına çektiklerini ve orospuluğa otururken ana rahmindeki anlarına kozmetik dönüşlerini izledim.
Aç bir pezevenk yanıma yaklaşıp ne istediğimi sordu. Torbacı aradığımı söyledim. Baştan aşağı süzdü. Pijamaya benzer bir pantolonla baskına gelmiş bir narkotikçi olmadığımı anladı ya da ümit etti. Dirseğimi tuttu. Yürümeye başladık. Hızlıydık. Bu halde daha fazla faça olduğumuzu anlayamamış olması acemiliğini gösteriyordu. Bir ihtimal racon buydu. Gizli işler sürünerek yapılır...
Sıvası dökülmüş, ahşap çerçevelerini paslı kafes demirlerinin kapadığı bir evin önünde beklememi söyledi. Kapıyı yumrukladı. Ne ahmakça bir klişe... Filmlerde olur sanıyordum. Suçlular hakikaten aptaldı. Kapıya çıkan yaşlı kadın basmasının içine elini sokup poşedi çıkardı. Pezevenk komisyonunu aldı, istediğimi eksik de olsa verdi. Gecenin içinde yürürken herifler filmleri doğru çekiyorlarmış da bana saçma geliyormuş, diye düşündüm.
■* *
Gözlerini kıstı. Oturduğu yerde sendeledi. Bir kadının ağlarken akli ve fiziksel dengesini yitirmesi gibi. Öksürdü. Başka zaman olsa gülünebilecek bir durumdu. Ne güldüm, ne ilgilendim. Çektiği bir acı mutlaka vardı. Bunu azaltmak için dumanı yüzüne bir kez daha üfledim. Kimin bir derdi yoktu ki? Muazzez, yumurtasından çıkan yılan gibi aniden kayboldu. Gömleklerinin izini sürmek bana düştü. Benim derdim de bu. İz sürmek. Soft yürümeye çalıştı. Aptalca olduğunu farketti. Geri oturdu.
Gözlerimi kapadım. Bir nefes daha çektim.
“Bak Soft... hayatında bundan daha kapalı gözler gördün mü ha?” diye bağırdım. “Yarı açık gözlerle ne gördüğünü merak ediyorum lan kızım.”
Kalktım. Halının havını hissettim. Bataklık gibiydi. Ayaklarımı sürterek kapıya yöneldim. Işıktan gölgeye, oradan da karanlığa girdiğimi göz kapaklarımın üzerinden farkediyordum. Karagöz perdesi...
Kapının kasasına omzumu vurdum. Mutfağa girdim. Gözümü açmadan buzdolabının üst kapağını açtım. Silindir kutulardan birini almaya çalıştım. Buza yapışmıştı. Zorladım... çıktı. Kapağı bıraktım kendiliğinden kapandı. Karanlıktan gölgeye, bataklığa, ışığa... Zümrüdü Anka. Bira kutusunu sıkarak yokladım. Donmuştu.
Gözlerimi açtım, görüntü yavaş yavaş geldi. Tam olarak görmeye başlamadan önce duvarlar, Soft, tavandaki vantilatör, müzik seti, halı... önce bombelendi, sonra esneyerek sabitlendi.
“Matrix” diye fısıldadım kendi kendime.
Neo'yum ben.
Neoanarşist... gölgesinden korkan neslin, sobelenmekten korkan kahramanı...
Bira kutusunun metal kapağını açtım.
“Şerefe Soft, senin şerefine Muazzez'in sağlığına, benim ehemmiyetsizliğime... Bak Soft, bu kafayla önem sözcüğünü kaybedip ehemmiyet sözcüğünü ve ağzımın yolunu aynı anda buldum.”
doksan dört
bre hey!
doksan dördü altısını bırakıp geride
bir kutunun içinde
dondu
taş oldu
sudan
çad
somali
sudan taş oldu afrika
altısı kaldı geride
yandıkça çöl
cam oldu kumdan
kırık
ayak yalın
ki yanmaz kemik
içinde ruh olmadan
yüzde bre hey!
altı
beş
dört
üç
içecek nil lazım bre hey
köpüksüz nil
köpüklü dibek
madam'ın kahvesi gibi
ruhlu kahverengi
Soft güç toplayıp ayağıma saldırmaya çalışırken kanepeye çarptı. Ayağa kalktım. Kendi şiirimi okurken Bukowski şiiriymiş gibi davranması ve saldırması düpedür serserilikti.
“Küçük hanım, o şiir Bukowski'ye değil, büyük şair Chaotica'ya aittir. Hareketiniz için benden özür dilemelisiniz. Şimdi lütfen bana bir kahve yapınız.” Kahkaha attım. Muazzez gideli ilk kahkaham olmalıydı.
Yüzüme sersemlemiş bir şekilde baktı ve kuyruğunu yere vurup devrildi. Elimdeki kutuyu atıp kalktım. Zemin ve Soft'un görüntüsü bombelenip esneyerek yerli yerine oturdu. Yerdeki halının renk cümbüşü olması ilk kez bu kadar rahatsız ediyor, bulanık görüntü içinde Soft yerde kara bir leke gibi duruyordu. Küçük sivri dişleri dudaklarının kenarından çıkmıştı.
“Kızım... ses ver hadi kızım. Söz şiir okumayacağım. Soft... uyan hadi kızım. Hadi kızım...”
■* *
“Beyefendi, siz kedinizin aşısını yaptırmış olabilirsiniz ama büyük ihimalle o uzun süredir hastaydı. Elimizden gelen bir şey yok. Getirdiğinizde zaten ölüydü.”
“Neden?”
“Bunu bu şekilde söylemek mümkün değil. Kalp krizidir belki...”
■* *
“Ben söyleyeyim. Gitmek istedi. Terketmek. Ağlamamı bekliyorsan ağlamayacağım küçük hanım.” bağırıyordum. Caddeyi tek tük geçen arabalar farlarıyla aydınlatıyordu.