Bazen Susarım...

Bazen susarım... Ölümlüler kadar ölüme; ölüler kadar da yaşamaya...

yazı resim

Bazen susarım...

Ölümlüler kadar ölüme; ölüler kadar da yaşamaya...

Denizler mavisini yitirirken med-cezirlerle; mavi lekeli sardunyalar , buruk tebessümler bırakırlar yorgun dalgaların yosunlu yüreklerine. Yorulmak , susmak kadar acıdır ve incinir kabukları sardunyaların, yürekleriyle beraber.

Bu şarkıyı ilk duyuşum! İlk özleyişim...

Nergislerin, bahar yağmurlarıyla ıslanırken yanakları; vuslata gebedir bakışlar ve açılmayı bekleyen tomurcuklar. Geceleri yıldızlar düşer siyah perçeminden, arayışlar ve bekleyişler içerisinde; kimi umuttur içlerinde gizledikleri inci gibi, kimi de yorgun bir gezginin sessizliğine kayar durur. Çiğ damlaları, sus gibidir, geniş zamanlara doğru yelken açar. Buruk bir bakışın morarmış coğrafyasında geçen zaman, eski bir şarkının hatırasını dillere nakarat yapadursun; susuşum kara toprak kadar vefalıdır. Düşer sözcükler dillerden birer birer, yorulur gizli özneli yaşamlar. Tıkanır yokuşlar, ağır gelmeye başlar ve bir başkaldırının çığlıkları yükselir daracık merdivenlerle süslenmiş susuşlarda.

Yoruldum artık...

Susuşum toprak, susuşum hüzündür. Bu gök, bu deniz, bu şarkı yabancı değil kahveye çalan gözbebeklerime. Nergisler yine Ankara küskünü, martıların naraları hala aşığı olduğum İstanbul’la iç içe. Bilirim, susmak yakışmaz dalgalara; ölüm yinelerken ahşap konakların yas törenlerini...

Susmak bir avuç toprak belki de küldür yaşam adlı “ben”den geriye kalan. Üşürsün sustukça, çaresizliğine ağlarsın ve ürperir tenin soğuk rüzgarlarla. Hep eksiltili cümleler kalır; susar, susar, susarsın...Boğazında düğümlenen sözcüklerin feryadını duyarsın, kim bilir belki bir zar daha atmak istersin. Zamanla alışırsın susmaya , bir türlü anlam veremediğin yorulmaya ve ne zaman denizlere karışıp sardunyaların aşınmış yüreklerine dalmayı düşlersen; bil ki, en güzel susuştur koskoca bir ummanda kayboluş.01.40 Gümüşhane

Başa Dön