Önüme kim çıkarsa takıp peşime
meydanları dolaşacam sabah olunca
ve doğan güneşe çevirip yüzlerimizi
"Eylem!"
"Eylem!", diye bağıracaz.
Yasalar beni suçlu bulacak biliyorum;
Ama yarasalara inat,
seni,
boynuma geçirip ilmeği
tabureyi tekmeleyecek kadar
çok seviyorum.
Bütün babaların elinde tahta kaşıklar
yas tuttuğumuz günleri ünler.
Tadımlık yemek gibi dilimin ucunda büyürken gazel
kollarımı hücreye bağlayan genetik zincir
eladenizi'dir gözlerinden taşan.
Ben senin efe'ndim hani
diz vurup haktan yana
kalkmış dikilmiştim zalimin önünde
ki yana yana dönmüştüm etrafında senin
ve dağlar gezmiş sevdalı
bir kuytuda vurulmuştum.
Ah benim karanlıkta ışıldayan sevgilim
güneşinin suyundan içip inleyen olmuştum:
Mahpusluk bir şey değil,
yanıklıktan!
Tam burası işte adını yazdığım yer
tamburası rebap, cigeri kebap olanın
birkez secdeye varmayan apak alnı.
Tütünü bırakmışım zaten...
Bir yanık ezgi değil mi yine
Taksim'de tüten?
Bir yanımız "Bir"
Bir yanımız "Mayıs",
sevmeyi en iyi bilen değil miyiz
ellerimize verilse de hayatlarımız
yürümeyi bildiğimiz için biz.
İmdi şarkılar söyleyen çocukların omuzlarında yüklü güne
her öldüğüm kentin adı işlenir
ve kırmızı gül
ve demet demet karanfil
hapishane önünde toplanan anneler
bozlak havası değil midir
geceyi damla damla eriten?
Ben her akşam kokunu bıraktığın yerde uyuyorum
ve her akşam beher uykuya dalmadan önce
sendeki şafak için dizeler çatıyorum .
Sahnede türkü söyleyişin benimle
omuz omuza yürürken inançla tutuşun yumruğunu havada
göz göze gelişimiz
sahnede, meydanda
ve uzay mekanda...
Ah Eylem'im
seninle göz göze gelişimiz
süreğenlidir ümitlerimizin şarkılarımızda.
Susuyorum bu yüzden
ve inatçıyım...
Yani seni seviyorum!..