Aziz Nesin Vakfina Yapılan Saldırılar İlk Değil

Koc Vakfi vergi muafiyetinden de yararlanıp Devlete ait orman arazisinin üstüne ‘bol paralı üniversite’ kurdugunda, eğitim binalarının üç katı alana Migros, Divan Pastanesi, magazalar, muhteşem deniz manzaralı lojmanlar kondururken ' Eğitim Gönüllüsü' olsun; ömrünü mahkeme kapılarında asılsız iddialarla çürüten bir yazar kendi çocuklarından esirgediği mirasiyla eğitim vakfı kurdu mu arkasında art niyet arayın. Pes dogrusu.'

yazı resim

Aziz Nesin Vakfina yapılan saldırılar ilk değil yıllardır sürdürülüyor.
Bir zamanlar komünist yuvası olmakla suçlanıyordu, komünizm tehlikesi fos çıkınca, dinsiz yuvası olmakla suçlandı. Beyni fuhuş kurbanı olmuş aklı evveller simdi de N.V’nı fuhuş yuvası olmakla suçluyorlar. Saldırılar "'gönlü genişlerin'' gönüllülük esasına dayalı kurdukları bir vakıf icin yapılıyor..

Vakfın faturalarındaki biralar bile söz konusu edildi. Robert Kolejin masraf faturalarını incelemek bu fesat akıllıların hiç mi aklına düşmez. Hangi Amerikalı hocaya ‘Robert Vakfi’nın kesesinden kaç lira viski parası odenmiş araştırsınlar.

Koç Vakfı vergi muafiyetinden de yararlanıp Devlete ait orman arazisinin üstüne ‘bol paralı üniversite’ kurup, eğitim binalarının üç katı alana Migros, Divan Pastanesi, magazalar, muhteşem deniz manzaralı lojmanlar kondururken ' Eğitim Gönüllüsü' olsun; ömrünü mahkeme kapılarında asılsız iddialarla çürüten bir yazar kendi çocuklarından esirgediği mirasiyla eğitim vakfı kurdu mu arkasında art niyet arayın. Pes dogrusu.' Eğitime katkıda bulunmak' bu memleketin eğitimsiz kalmasının baş sorumlusu olan tekelci sermayenin mi tekelinde olmalı .
Onlara göre elbette öğle olmalı.

Aşağıda yazımın ekinde aktardığım Ali Nesin’in Vakıf’ta eğitim gören gençlerin işkence altında ifadeleri alındı yönünde açıklamalarını abartılı bulanlar olacaktır.
Devletin sözde güvenlik kuvvetlerinin bu konuda ne kadar üstün yeteneklerle donanmış olduğunu 12 Eylül döneminde onbinlerce kişi yaşadıkları olaylarla şahit oldular. Aradan bunca yıl geçti. Artık Avrupa Birliği kapısına yüz sürten bir ülkeyiz diye düşüne bilirsiniz. Unutmayın. Devletimiz geleneklerine son derece bağlıdır. Üst kademelerde görev yapan birinci sınıf bir Emniyet Müdürünün protestocu gençlere saldıran kişilere: “ Vatandaş bozguncu gençlere haddini bildirdi.” , diye arka çıkmasının üstünden çok zaman geçmedi ve bu Emniyet Müdürü halen görevinin başında.

Yazımın ekinde Ali Nesin’in konuyla ilgili açıklamasına yer veriyorum ve tüm yazın dostlarını Nesin Vakfıyla dayanışmaya girmeye çağırıyorum.

Sayın Ali Nesin, “elleriniz ağrımasın.”

Ali Nesin ( www.nesinvakfi.org

Sevgili Dostlar,

Dehşetengiz bir karalama kampanyasıyla karşı karşıyayız. Bunun sonunu hiç hayırlı görmüyorum. Sadece Nesin Vakfı açısından değil, Türkiye ve insanlık açısından da.

Eğer bunca özveriyle kurulan ve yaşatılmaya çalışan bir çocuk kurumuna böylesine alçakça ve acımasızca çamur atılabiliyorsa, gerisi benim hayal gücümü aşiyor.

Sonuçta çocuk bakıyoruz... Yemiyoruz yediriyoruz, ısınmıyoruz ısıtıyoruz.

Nesin Vakfı 'a ve kimsesiz çocuklara bakan diğer kurumlara hayasızca saldıranlar, sokak çocuklarından, tinercilerden, kapkaççılardan, sokakta yaşanan vahşetten yakınma haklarını kaybettiklerini biliyorlar mi acaba?

Çocuk kurumlarında çalışanlar büyük bir özveriyle yokluk ve zorluklarla boğuşurlar. Uç kuruş maaşa... Kimi zaman da gönüllü... Tek mutlulukları yüzleri gülen çocuklardır. Onlar bu toplumun isimsiz kahramanlarındandır, bu toplumu toplum yapan değerleri yaşatan kişilerdir.

Nesin Vakfı'nda bir "anne" dört çocuğa bakar. Gecenlerde TV kanalında izlediğiniz devlet kurumunda çocukları döven "anne" kaç çocuğa bakıyordu? Saydınız mı? 30 muydu? Herhalde. Siz hiç 30 çocuğa baktınız mı? 30 çocuğa bakmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Ustelik hangi çocuklara, hangi ortamda, hangi koşullarda...

O "anne"nin kendisi de dayakla büyümüştür büyük olasılıkla; kendi çocuklarını da dayakla büyütmüştür. Şimdi de 30 kimsesiz çocuğun sorumluluğu verilmiş... Bunun ne demek oldugunu tahmin etmeye çalışın. Dövmesin de ne yapsın anne? O maaşa ancak böyle bir anne bulunur. O eğitimde ve o düzeyde biri o koşullarda ancak öyle davranabilir.

Düşmanı iyi belirlemek gerekir. Düşman ne o kurum, ne de o annedir. Düşman, içinde yaşadığımız koşullardır.

Bir senaryo kurayım: Nesin Vakfı'nda bir anne dört çocuğa bakar dedim biraz önce. Peki, çok kötü koşulda dört çocuk daha görsek ne yapacağız? Örneğin kömürlükte yaşayan, yada işkence gören, yada sokaklarda dilendirilen, aç sefil, ölüm tehlikesinde... Almamalık olur mu? Görmemeye çalışıyoruz ama görürsek alacağız mecburen. Gözle görünce dayanılmıyor. Peki bu yeni çocuklara bakacak annemiz yoksa? O zaman var olan annelerin her biri dört yerine beş çocuğa bakacak... Peki bağışlar azalır da çalışan sayısını azaltmak zorunda kalırsak ne olacak? O zaman da ya bir anneyi işten çıkaracağız yada annelerden biri "maaşım ödenmiyor" diye isini bırakacak, ama bu sefer de her anne beş yerine altı çocuğa bakacak. Kolay mı o kadar çocuğa bakmak? Eğer koşullar değişmezse bir annenin sorumlu olduğu çocuk sayısı yediye, sekize çıkacak. Belki de daha az maaşa çalışacak bir anne bulacağız. Annenin sinirleri yıpranacak, yorgun düşecek. Haliyle... İnsan bünyesi bu, bir yere kadar dayanır. Bir ara uykusuna yenilecek. O sırada çocuk pencereden sarkacak, elektrik prizine civi sokacak, odadan çıkacak... Allah korusun... Allah korusun ama, ne olur ne olmaz, biz gene de onlemimizi alalım...

Çocuk bakan kurumlara saldırmak mıdır çözüm?

Nesin Vakfı aleyhine sürdürülen kampanyayı sıcacık evlerinde rahat koltuklarına gömülmüş cıkcıklayarak izleyenler, o sırada bizim ne yaptığımızı düşündüler mi acaba? Ben soyleyeyim ne yaptığımızı: Tuvalet temizlemekten gelecek ayı nasıl çıkaracağımızı hesaplamaya kadar olağan tüm işleri yaptığımız gibi, bir yandan da bakirelik kontrolunden geçen kızlarımızı teselli ediyorduk, yuvalarından alınacaklarını düşünen çocuklarımızı yatıştırıyorduk, olan biteni anlayacakları ve üzülmeyecekleri bir dilde anlatmaya çabalıyorduk, gülümsemeye, güven vermeye çalışıyorduk. En çaresiz kaldığımız zaman da hıçkırıklarımızı hapsedip onlara sarılıp susuyorduk.

ıSöylemeden geçemeyeceğim. Küçücük kızlarımızdan birine adli tip doktoru olacak kişi, "namaz kılar gibi yap" demiş. Kızımız bilememiş doktorun ne demek istedigini. Bu yüzden de doktordan bir güzel azar işitmiş. (Acaba toplumun hangi kesimi cikciklayacak bu satırları okuduğunda?)

Sevgili dostlar, sizlere bize yaşatılan her şeyi anlatamıyorum. Çünkü bu mektuplar maalesef cinsel evrimlerinin evcilik oyunu aşamasında takılıp kalmışların da eline geçiyor.

Gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlandılar, televizyonlarda bangır bangır bağırdılar: Nesin Vakfı'nda tecavuz! Anuste yırtık var! Üç kıza daha tecavüz edilmiş! Vakıf' ta bakire kalmamış!

Oysa hiçbir şey yok! Adli Tip raporları tertemiz. Ama gene de haber yapıldı ve hakkımızda dava açıldı!

Pes! Diyecek laf bulamıyorum.

Her şey doğru olsa bile, boylesine trajik bir olay boyle mi haber edilir? Toplumsal sorumluluktan vazgectim, hiç mi utanma arlanma yok?

Tutuklanan gençlerimiz cezaevinde işkenceden geçtiler, aşağılandılar, korkutuldular, ölüm ve tecavüz tehditleri aldılar. Biri tabanlarına basamaz ve cenesi kenetlendiginden konuşamaz bir halde ve beş kuruş parasız gecenin bir yarısında sefil bir durumda Bayrampaşa sokaklarının karanlığına terkedildi. 17 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz! Bu çocuk bir hafta boyuncu katı yemek yiyemedi ve tuvalete gidemedi. İki gün kaldığı cezaevinden çıkıp 36 saat sonra Vakf'a döndüğünde (önce annesine gitmiş) donuk gözlerle bakıyor ve iki kelimeyi zor yanyana getiriyordu.

İnanıyorum demesine karşın, "seni Allahsız!" diye dövmüşler. Önce jandarmalar, sonra gardiyanlar, daha sonra da mahkûmlar. Aslında dövmek istedikleri Aziz Nesin ve düşünceleri elbet.

Çocuk yurdunda çocukları döven anneye olduğu gibi, düşmanını karıştırıp çocuklarımı döven bu cahillere de aciyorum.

Cahiller neyse de, okumuş yazmışların düşmanını karıştırmaya hakkı yoktur. (Öyle değil mi piyasa gazetelerinin ve TV kanallarının sayın haber müdürleri?)

Çocuklarımız iki günlük cezaevi ziyareti boyunca yaşadıklarını kaleme alıyorlar. İnanın bana, pek kolay olmuyor yazmaları. Bitirdiklerinde kamuoyuna sunacağım.

İşkenceyi şikayet etmek amacıyla aldığımız adli tip raporları, "o kadar da önemli bir şey yok" gibilerinden bir şey söylüyor. Oysa taban, avuç ve sırtlarındaki dayak izlerini ben gözlerimle gördüm. Birinin dosyası takipsizlik aldı, itiraz ettik, sonucu bekliyoruz. Diğerinin şikayeti halen soruşturuluyor.

Bilen söylesin: Türkiye'de tecavüz suçlamasıyla tutuklanan kaç kişi iki gün sonra salıverilmiştir? En küçük bir emare ya da delil olsaydı, sonuç böyle mi olurdu?

Biri işkence diğeri tecavüz iki rapor var. İkisi de aynı şeyi söylüyor: İşkence/tecavüz olmamıştır. Birine dava açılmıyor, diğerine açılıyor. Bu da Aziz Nesinlik değilse ne Aziz Nesinliktir?

Suçsuz çocuklarımı işkenceci devlete ihbar etmedim suçlamasıyla mahkemeye verildim. Bırakın çocuklarımı, karşımda canavar olsa bu işkenceci devlete ihbar etmem! Bu böyle biline. Hiçbir suçun cezası işkence olamaz diye düşünenlerdenim.

1,5 yıl hapsim isteniyormuş. Sanki umurumdaydı! Temsil ettiğim ruha dokunamazlar ki...

Üstelik çocuk baktım diye hapse atacaklarsa, 1,5 yıl ne ki! 150 yıl atsalar ıslah olmam!

Sözlerim öncelikle bize düşman olmaması gereken ama beni çok şaşırtan basına ve medyaya (onlar bilirler kim olduklarını): Çocuk bakan kurumlara saldırmayın, onlara sahip çıkın ve destekleyin.

Dostlar: Toplumun Nesin Vakfı'na ihtiyacı olduğu sürece dimdik ayaktayız ve bu vakfı yaşatacağız, ama insanlık ölürse bize yer kalmaz ki! İlla ki insanlığı kurtarmak gerekiyor!

Ali Nesin ( www.nesinvakfi.org)

Başa Dön