Binlerce suretin vardı senin, yasadışı bir tapınakta putlaştırdığım... Dört işlem için parmaklarımı kullandığım zamanlardı, ne zaman saysam bir sen eksik çıkardı...
Adın gibi, ay gibi düşerdin balkonuma... Karanlık tarafında kadınlar büyütürdün, aydınlık yüzün bile sırtını dönerdi güneşe merakından. İşığını da, gölgeni de alıp giderdin usulca. Başka balkonlarda doğmaya...
Her gece kucaklayıp avuturdum içindeki kadını, o gece hangisi sense artık, ya da sen hangisiysen mi demeli? Bazı vakitler tüm kandillerin yanardı, oynaşırdı kadınların göz bebeklerimde. Yine de birini diğerinden ayıramazdım. Bakıp, göremediğim zamanlardı...
Sonra ezgiler dökülürdü dudaklarından, sözlerini ezberleyemediğim. Sesleri birbirine karışır, çok geçmez susarlardı. Geriye soğuktan donmuş bir çift beceriksiz el kalırdı. Bilirsin, tutup yakalayamadığım zamanlardı...
Bir suretin hala eksikti hesaplarımda... Parmaklarım utanıp avucuma saklanmışlardı. Güneşin, adını en zalim açıdan aydınlattığı zamanlardı... Karanlık yüzün kor gibi düştü tapınağıma, su sızdırdı yürek, söndü ateş... Küllerin arasında ıslak putların kaldı. Sanki onlar da ağlamışlardı...
Onlar da aşk gibi günahsızlardı; lakin bir suretin vardı ki hepsine sıçradı... İbrahim oldu ahlak, mahrem bir cazibeye gözlerini bağlayıp, kırdı putlarını... Aşkın, İbrahim'e gebe olduğu zamanlardı...
]