On sekiz ay asker yolu gözleme çilesini, üstelik evliyken ve üstelik eşi ülkenin en doğu sınırında, kışın eksi kırk dereceye kadar varan soğuklarda, dağlarda tepelerde nöbet tutup beşyüz elli gününü doldurmaya çalışırken çekmiş bir hanım olarak, askere gidecek beylerin eş-nişanlı-sevgililerinin hissettiği "nasıl geçecek o hasretle gerilmiş aylar" kaygısını, askere gittikten sonra yaşanan "iyi midir kötü müdür, aç mıdır tok mudur, ve en önemlisi şu dakika itibarıyla hala sağ mıdır, yoksa çoktan, kafasında "gördüğün askeri vur" düşüncesiyle karşısına çıkmış bir deli gencin silahından boşalan kurşunlara hedef olmuş mudur?" paniğiyle dolu bitmez tükenmez günleri ve asker dönüşü yaşanan ve erkeğe olduğu kadar kadına da hayatında hissedebileceği en yoğun rahatlama ve sevinç duygularından birini hissettiren o vuslat anını çok iyi bilirim.
Birtakım nahoş olaylar sonucu üç-beş günlük süre içinde apar topar göndermiştim eşimi askere ve dağıtım öncesinde de sonrasında da, ülkenin şartları nedeniyle benim öyle ha deyince kalkıp gidemeyeceğim, çok çok uzak yerlerdeydi ne yazık ki. O beş yüz elli günün her birini onunla birlikte saydım. İlk birkaç gün çok zor geldi ayrılık, sonraki birkaç hafta gönlümü ferah tutmaya çalıştıysam da yoğun sevginin yoğun hasretle günde yirmi dört saat yaptığı çatışma kendimi "tamam, sakin ol, sayılı gün çabuk geçer" diye sürekli telkin etmeme filan bakmayıp hemen hemen her gece ağlayarak uyumama neden oldu. Son aylarda neredeyse her gün görüşüyorduk cep telefonları sayesinde ama bin beş yüz kilometre mesafeyi sıfıra indirerek, sevdiğinizin sadece sesini değil bedenini de elle tutulur şekilde yanınıza getirecek telefonlar icat edilmedi henüz.
Terhis olup geldiği gün (apartmanın kapı otomatiği bozuktu ve kapıyı aşağı inip açmak gerekiyordu) ayağıma kayınpederimin koca ayakkabılarını bir hışımla geçirip evden nasıl çıkıp da merdivenlerden yuvarlanmadan aşağı indiğimi ve kapıyı açarak kendimi eşimin kollarına nasıl attığımı bilmiyorum. O an bana dünyalar verilse o kadar mutlu olamazdım herhalde. On sekiz ay boyunca yüzlerce kilometre gerilen ve bizi de geren hasret bitmişti ve o andan itibaren hiçbir kuvvet bir daha eşimi benden ayıramazdı.
O gün bugündür de dizinin dibinden ayrılmıyorum zaten.