Aşık Veysel ve Necip’in Öyküsü
O yıllarda günümüzdeki gibi oyalayıcı eğlence araçları olmadığı için, sıradan günler de belleğime anı olarak kalmış. Ankara'da, Çankırıkapı semtinde kahvehanemiz vardı. Babam ara sıra beni alır kahvehaneye götürürdü. Oradaki amcalar bir: Ooooo!... çekerek beni bir tahta sandalyeye oturtur, bardaktan tabağa çay döküp soğutarak içirirlerdi.
Bir gün kahvehanemize elinde sazıyla esmer, fakir kıyafetli bir adam getirilmişti. Adamın iki gözü de görmüyordu. Babam ve çevresindekiler onunla ilgileniyor, sazını dinlemek isteyenleri bir düzene sokuyorlardı. Ona yaklaşmak isteyen müşterilerin çıkardığı masa, sandalye sesleri durup, hal hatır sorulduktan sonra adam sazını kucağına alarak, şu türküyü söylemeye başlamıştı.
“Çiğdem derki ben alayım
Yiğit başına belayım...”
Günün başka türkülerini de çalıp söylediğini hayal meyal hatırlıyorum. Bu türkülerden biri de ‘Necip Türküsü’ idi. Bu türküyü dedem de sesi güzel olduğu için, istek üzerine sık sık söylermiş. Babam da bunun için etkilenmiş, evde o günlerde hep Aşık Veysel’den bahsetmişti. Bu türkünün hazin bir hikayesi vardır. 19. Yüzyılın ortalarında, Anadolu’nun bir ilinde Necip adında bir adam Hac’ca niyetlenerek yol hazırlığına başlar.
O yıllarda Hac’ca, daha çok deve ve at sırtında gidildiği için, yaklaşık altı ayda gidilir, altı ayda dönülürmüş.çok güvendiği yakın arkadaşına, hac’tan dönünceye dek çok sevdiği karısının, çarşı pazar ihtiyacını, evinin penceresinden iletmesini söyler. Karısıyla ve arkadaşıyla helalleşerek, hac yoluna çıkar. Necip’in karısını emanet ettiği adam, evin kafesli penceresinden, çarşı, pazar ihtiyacını alarak verir. Birkaç ay böyle geçer.
Hac yolu uzun, Necip’in arkadaşım diyerek, dışarıdan göz kulak olmasını İstediği adam, arkadaşının güvenini kötüye kullanarak, karısına göz koyar ve kadından kapıyı açmasını ister.
Bunun üzerine kadın, çarşıdan getirdiklerini almayarak, adamın evle olan irtibatını keser. Adamın ısrarlarına rağmen, kafesli pencereyi açmaz. Kadıncağız, eşi Hac’tan dönene kadar kendi imkanlarıyla kocasının gelmesini bekler. Gerçeği öğrenerek arkadaşının yüzüne bakamayacağını, suçlu durumda kalacağını düşünen kötü ruhlu adam, hacdaki arkadaşına mektup yazarak; Karısının, kendisini dinlemediğini, götürdüğü yiyeceklerini almadığını başkalarıyla ilişki kurduğunu yazar. Necip Hicaz’da iken, bu mektup eline geçer. Arkadaş sandığı bu adamın yazdıklarına inanarak, karısına talak kararı yerine geçen, boş kağıt gönderir.
O devrin postacısının getirdiği, içinde boş kağıt bulunan mektubu alan kadın, kocasının kendisini boşadığını anlayarak, üzüntüyle babasının evine döner.
Necip Hac’tan dönmüştür. Komşulardan doğruyu öğrenerek, o çok sevdiği karısının, kendisine ne kadar bağlı olduğunu, kendi gelene kadar, arkadaş olarak tembihlediği adamın, getirdiği yiyecekleri almadığını, karısını haksız yere boşadığını anlayınca kahrolur. Çok geçmeden tüberküloz olarak yatağa düşer.
Necip artık ölüm yatağındadır. Bütün arzusu, sevdiği karısının yüzünü son bir defa görmek istemesidir. Aracılar giderek kadından rica ederler. Kadın reddederek, ‘ben ona namahrem oldum’ der.
Araya hatırlı kişiler girerek, ölüm döşeğindeki Necip’in yanına getirirler Necip bütün gücünü belagatine vererek, şunları söyler:
Kalbimin süruru geldi yanıma
Şifa geldi bedenime, canıma
Bu ayrılık yakışmazdı şanıma
Aç beyaz yüzünü göreyim seni.
Bunun üzerine kadının ağzından şu dizeler dökülür:
Sen gideli bir sözünden çıkmadım
Ak elime al kınalar yakmadım
Necip’im var diye ele bakmadım,
Küstüm sana, bu dünyada söylemem.
Yer yer duyulan hıçkırıklar arasında, Necip’in sözleri duyulur:
Necip sana kurban, söyle bir kelam
Kendin gelmiyorsan gönder bir selam
Rabbimin yolunda kefenim ihram,
Aç beyaz yüzünü göreyim seni.
Odada bulunanların hıçkırıkları çoğalırken, Kadın:
Gelen mektubunla burkuldu içim
Beni boşamaya, ne idi suçum
Yüklendi barhanam, çekildi göçüm,
Küstüm sana bu dünyada söylemem.
Necip bu son dizeleri duyduktan sonra ruhunu teslim eder.
Aşık Veysel’in sadık yari
Topraktaki ruhuna.
Ey Ozan
Debbâğ sevdiği gönü taştan taşa vururmuş
Toprağına bağlandın ektin, biçtin ey ozan
Hangi aynaya bakıp, hangi tele dokunsan,
Ağaçlar da konuşur, senle saz, söz olurmuş.
1992